Dayım "Sana İstanbul'u göstereyim mi?" dedikten sonra "Olur" demem üzerine, iki eliyle kafamı sıkıştırıp ayaklarımı yerden kestiğinde (Bkz. Sn.Ahmet Davutoğlu'nun çocuk öpme şeklinde) İstanbul'u görebilseydim keşke.

Küçükken istenen oyuncaklar, çikolatalar, kıyafetler gerçekten "dönüşte" alınsaydı keşke.
İlkokul öğretmenimin, "ilk aşı olana ödül var, kim aşı olacak ilk" demesinden sonra, -arkadaşlarımın da arkadan itmesinin etkisiyle- tahtaya çıkarak, hemşire kocaman iğneyi koluma sokunca iğnenin acısını içime atıp, alacağım ödülün hayalini kurarken öğretmenimin diğer elime tutuşturduğu belki on kez okuduğum "İki Yıl Okul Tatili" kitabı ve hayal kırıklı eşliğinde sırama dönmeseydim keşke.

Lisede "Ben akşam çalışamadım, sınavda biraz senden bakayım" diyen sıra arkadaşıma, sınavda kağıdımı gösterdikten sonra, yıl sonunda benden daha yüksek bir not almasaydı keşke.
Çalıştığım iş gereği, arazi tespitine götürdüğüm bir minibüs dolusu, -en genci atmış yaşlarındaki- köylü vatandaşların, başta köy muhtarı olmak üzere beyanına dayanarak yaptığım tespit ve olayın mahkemelik olması neticesinde, o bir minibüs dolusu adamın yine başta muhtar olmak üzere mahkemedeki yalan beyanlarını duymasaydım keşke.
Alışverişe giderken kaldırımın kenarında önünde üç beş mendille soğukta oturduğunu gördüğüm mendilci çocuğa "Bu kalan son mendillerin hepsini alacağım. Ama bak ondan sonra evine gideceksin tamam mı?." dedikten sonra dönüşte, o çocuk yine aynı yerde mendil satmıyor olsaydı keşke.
Yine bir akşam vakti yolumun üzerindeki, önünde 5 tane toplasan 1 kilo gelmeyecek armutları, hadi bitsin de evine gitsin diye satın aldığım köylü teyze, yolumdan dönüşte, önünde oturduğu dükkana sakladığı, 5 adet armut bulunan yeni bir poşeti satmak için tekrar önüne koymasaydı keşke.
Pazarda, köylü kazansın diyerek diğerlerinden kilosu bir lira daha pahalı domatesleri satan köylü amcanın, ben cüzdanımdan bozuk para denkleştirmeye çalışırken, doldurduğu poşetin altlarına çürük domatesleri özenle sıraladığını eve geldiğimde görmeseydim keşke.
Çocukluğumda alıştım kandırılmaya, onlar zararsız kandırılmalardı, şimdi hatırlayınca gülüp geçtiğim.
Ben asıl, mendilci çocuğun çaresizliğine, köylü teyzenin muhtaçlığına ve köylü amcanın saflığına inandığımda kaybettim bu ülkedeki bazı insanların iyi niyetli, temiz kalpli olmalarına, gerçekten samimiliğine ve bozulmamışlığına olan inancımı.
İşte asıl o zaman kandırıldım.
İnşallah, bizi biz yapan insani mayamız bozulmamıştır. Ekonomik sebeplerdir insanları böyle davranmaya zorlayan.
O köylü saflığının bozulmasıyla başladı her şey, sona doğru giden yolumuzda....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder