25 Kasım 2019 Pazartesi
CENAZE ŞÖLENLERİMİZ
Her milletin kendine has cenaze kültürü, ritüeli, örf ve adetleri vardır. Toplumumuzdaki bazı değerlerin dejenere olması, cenaze ritüellerimizin de şekil değiştirmesine yol açtı.
Cenaze evinde bir süre yemek pişmez. Bu nedenle başsağlığı için taziyeye gelenler yanlarında çay, şeker, börek gibi yiyecek bir şeyler getirirler ya da mahalleden komşular, eş, dost ve yakın akrabalar cenaze sahibinin yemek ihtiyaçlarını karşılarlar. Bu, cenaze sahibine yapılacak en büyük yardımlardan biridir. Her ne kadar acılı insan için, yemek öncelikli ihtiyaç olarak hissedilmese de neticede geride kalanlar için hayat devam ediyor.
Ancak, son zamanlarda, cenaze evine yemek getirme adetinin: "Cenaze evine gelmişken, hazırda yemek var karnımızı doyuralım, yumul bakalım!" anlayışına dönmüş olması gerçekten rahatsız edici bir hal almaya başladı.
Cenaze evi, bir süre sonra, sürekli bir şeyler yenilip içilen, sanki bir ölü evi değil de, bir şölen ve eğlence yeri havası içerisinde, kurulup kaldırılan masalar, gelip giden tepsiler, dağıtılan yemekler ve pidelerle, cenaze evini bir aş evi haline getirmekte, bir araya toplanma amacından uzaklaşılmaktadır. Uzun zamandan beri görüşmeyenlerin birbirleriyle olan sohbeti, araya karışan kahkahalar, siyaset ve futbol muhabbeti, ilerleyen safhalarda cenaze evini resmen kahvehaneye çevirmekte, ziyaret amacı unutulmaktadır. Genelde kadın erkek ayrı yerlerde oturulan durumlarda, kadınların tarafında neler olduğunu bilemiyorum ama erkeklerin sohbetinden bir nebze daha ciddiyet ve saygı taşıdığını düşünebiliyorum.
Cenaze evlerine yemek getiren yardımsever Türk toplumundan, cenaze evinden otlanan toplum haline ne ara geldik bilinmez ama
1980' li yıllarda Tunceli yöresindeki bir cenaze adeti Tuncay Özkan'ın "Ötekiler" adlı kitabında şöyle anlatılıyor;
"..Köyün en fakiri bizdik. Biri ölecek olsa en çok ben sevinirdim. Hemen kalburu alır, uçarcasına koşa koşa götürür cenazenin üzerine koyardım. Gelenek olduğu üzere bütün köy halkı kalbura para atardı. Para cenazeyi yıkayana, sıcak suyun kaynatıldığı kazanın sahibine, o suyla ölüyü yıkayan ve dualarını okuyan hocaya, ölüyü yıkarken su dökene ve köyün en fakirine, yani bana paylaştırılırdı. Parayı alır almaz kışlık ihtiyaçlarımızı giderirdik. Bu yüzden ölüm haberine çok sevinirdim.Sevinirdim çünkü bu bizim yoksulluğumuz kadar, o insanların ölmesi kadar zorunluydu..."
Ölü evine para yardımı yapılan adetlerden, ölünün başında para, miras konuşan toplum haline geldik.
Bazı köylerimizde hala güzel geleneklerimiz devam ettirilmekte, yardımlaşma yine var. Ancak şehir cenazeleri farklı. "Karıma Mektup" adlı şiirinde "En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda
ölüm acısı." diyerek ölüm acısının süresini Nazım Hikmet fazla bile biçmiş. Artık şimdi "bugün cenaze yarın deniz" gibi oldu neredeyse. Ertesi gün herkes işine gücüne bakıyor.
Caner Yaman "Güzel Kaybettik" isimli kitabında:
"Kalabalık sevmiyorum ben. Cenazeye gitmesen de olmaz. Bir an önce bitsin de kaçayım diye bakıyorum. Yaşarken yanında olamadıklarımızın cenazesini görev bilip akın ediyoruz oraya. Vefa yarışına giriyoruz. Kazanan yok o yarışta. Samimiyetsiz, densiz, yersiz bir kalabalık."
Önünden geçen cemaatin omuzunda taşıdığı bir tabut gördüğünde, tabutun içinde belki bir gün önce yolda görüp, verdiği selamı bile almadığı, belki de sendeleyip yere düştüğünde ya da yaşlılıktan bitap düşüp nefesi daraldığında çaresiz gözlerle etrafa bakınıp "bir yardım eden yok mu?" dercesine yakaran, fakat yanından geçen kalabalıktan kimsenin dönüp bile bakmadığı adamın, koşarak tabutunu sırtlayıp sevabın bir ucundan yakalamaya çalışması ne kadar sahtekar, ne kadar samimiyetsiz.
Eeeyy ! insanoğlu. Almak istediğin o sevabı, adamın cenazesini omuzlayarak değil, düştüğünde elini tutup kaldırarak, verdiği selamı alarak, sağlığında "Ne sıkıntın var ?" diye sorarak kazanabilseydin keşke..
Bugün herhangi bir cenaze evine kanlı canlı, ete kemiğe bürünüp gitmiş olan bizler, gün gelecek kara servilerle süslü, insan etiyle beslenen o muhteşem hüzünlü bahçede olacağız belki de.
"Ölüler, yaşayanlardan daha çok çiçek alır. Çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür." der Anne Frank, "Anne Frank'ın Hatıra Defteri" adlı kitapta. Sevdiklerinize hediye etmek istediğiniz çiçekleri, söylemek istediğiniz güzel sözleri, o hüzünlü bahçeye bırakmamanız ve köylülerimiz sayesinde hala var olan güzel adetlerimizi unutmayarak çocuklarınıza miras bırakmanız dileklerimle,
Ben gidip biraz Ali Ekber Çiçek türküleri dinleyeyim.
"Bu meydanda serilidir postumuz,
Çok şükür Mevla'yı gördük dostumuz,
Bir gün kara toprak örter üstümüz
Çürütür ey benli benli canlar çürütür
Ölürse tenler ölür
Canlar ölesi değil."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
CİĞERİMİZ YANIYOR
Mesela evlatlarını kaybedenler "Ciğerim yanıyor" der. Hiç düşündün mü neden "ciğerim" derler?" Bedenin bir hafızas...
-
Samet Ağaoğlu’nun saygı ve hayranlığını, anılarında “Rönesans gibi kadın” diyerek bahsettiği, şair Cemal Süreya’nın “Cumhuriyet gibi kad...
-
Araçlar, kornalarıyla, insanların birbirleri ile anlaştıklarından daha iyi anlaşıyorlar ve bir ifade tarzı olarak araç kornası kullanıyor yu...
-
Sait Faik' in "Alemdağ'da Var Bir Yılan" adlı kitabında "Çarşıya İnemem" adlı bir öyküsü var. Öyküde kendi ağzı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder