26 Kasım 2019 Salı

KADIN OLMANIN GÜNAHI

Nezihe Muhiddin Tepedelengil, 1889-1958 yılları arasında yaşamış, Türk kadınına seçme seçilme hakkı verilmeden yıllar öncesinde kadın haklarını savunmasıyla dikkat çeken, çok önemli bir tarihi karakterdir. Feminist hareketin tanımının daha yapılmadığı Osmanlı döneminde  Nezihe Muhittin, 1934'ten çok önce, daha 16 haziran 1923'te Kadınlar Halk Fırkasını kurmuş ve kadınlar için oy hakkı savaşımını vermiştir. Ancak TBMM, kadınlara parti kurma hakkını tanımadığı için Nezihe Muhittin ve arkadaşları partiyi kapatmak zorunda kalmışlardır. 1924'te Türk Kadınlar Birliğini kuran feministlerden biri olan Nezihe Muhittin, cumhuriyet öncesinde çeşitli kadın derneklerinin kurulmasında da rol oynamıştır.

İlginçtir ki, 1923  seçimlerinde, kadınlara seçme ve seçilme hakkı henüz verilmemiş olduğu halde, Konya, İstanbul, Diyarbakır, Malatya illerinden Nezihe Muhittin ve Latife Hanım için sandıktan oy çıkmış, meclisin gösteremediği hassasiyeti, seçmen sandıkta verdiği mesajla  gösterebilmiştir. O yıllarda Nezihe Muhittin, camilerde kadın konferansları düzenlenmesi için diyanete başvurmuş, kadınlara seçilme hakkı verilmesi için çırpınmış fakat başarılı olamamıştır.

Parti kurma izni alamayan Nezihe Muhiddin, kadınların siyasi ve sosyal haklarına yönelik faaliyetlerini devam ettirmek için 7 Şubat 1924 tarihinde Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuş ve Birliğin başkanı seçilmiştir. 1925 yılında İstanbul’da boşalan bir mebusun seçimi sırasında TKB tarafından kadın mebus gösterme hamlesi yapılmış, fakat anayasal olarak mümkün olmadığı cevabı alınmıştır. 1927 seçimleri için kadın mebus adaylarının seçilmesi için tekrar girişim başlatmalarına rağmen, önlerine dikilen anayasa engelini feminist bir erkek aday gösterme yoluyla aşmak istemişler, fakat başarısız olmuşlardır.

1934’den çok daha önce cumhuriyetin ilk yıllarında kadın hareketinin örgütlü hale gelmesi, bu mücadelenin tabana yayılmasının sağlanması, seçme ve seçilme hakkı ile  kadınların siyasi hayata katılabilmesi için  çalışan ve Türk kadınının günümüzdeki kazanımlarına ışık tutan Nezihe Muhittin’in, sonu akıl hastanesinde noktalanan hayatının anlatıldığı  Ümran Safter’in yönettiği, Ahsen Diner’in senaryosunu yazdığı “Kadın Olmanın Günahı” adlı 2018 yapımı  filmde ön yargılarla, yerleşik değerlerle, otoriteyle savaşan, cesur bir feminist kadının hikayesi anlatılarak unutulan, yok sayılan, tarih kitaplarında adı dahi hiç anılmayan bir kadın “Nezihe Muhiddin” ve onun mücadelesi yeniden gün ışığına çıkarılmıştır.

GİYOTONE KAHKAHALARLA MEYDAN OKUYAN KADIN

Cumhuriyet Türkiyesinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının  verilişinden tam bir yıl sonra 1935’de Cezayir’de Cemile Bouhired (Djamila Bouhired) adlı bir kız çocuğu doğdu. Çocukluk ve gençlik yıllarında ülkesi Fransız işgali altındaydı. Cemile’nin ilk isyanı da sömürgeciliğin asimilasyon politikasına karşı oldu. İlkokulda her sabah okutulan ‘Annemiz Fransa’ marşını ‘Annemiz Cezayir‘ diye okuduğu için okuldan uzaklaştırıldı. İşgal altında büyüyen Cemile, tanıyanlarda etki bırakan bir karaktere sahipti. “Ömür boyu hapistense idam daha özgürleştirici bir seçenektir” diye işgalciye meydan okuyan Cemile ilk gençlik yıllarında bağımsızlık savaşçılarına katıldı. “Ülkemin her çocuğunun feryadı benim feryadımdır” diyen Cemile, sömürgeciliğe karşı verilen direnişte hep ön saflarda yer aldı. 

1957 yılında  tutuklanan Cemile Bouhired yaralı ve işkence görmüş halde Cezayir’de hakim karşısına çıkarıldı. “Cezayir’de bir kadın kahraman yaratmak istemiyorum” diyen Fransız hakim, Cemile ile gizli bir görüşme yaparak, “Doktor kontrolünde sana akıl sağlığının yerinde olmadığı raporu verelim serbest bırakalım” teklifinde bulundu Bunu şiddetle reddettiğinde ailesiyle birlikte 23 gün ağır işkence gördü. Fransız askerlerinin sorduğu soruları yanıtsız bıraktığı için tecavüze uğradı, cinsel işkenceye maruz bırakıldı. Fransız yazar Simon De Beauvoir, Cemile’nin hikayesini kaleme aldığı yazısında, “Bir kadının bedeninin savaş aygıtı haline getiren ülkemden utanıyorum. Cemile’ye tecavüz eden askerler beni savunuyor olamaz. İşgali ve sömürgeciliği sürdürmek için ben Fransız vatandaşı olarak hiçbir postala yetki vermedim. Ben işkencecilerin yanında değilim, kız kardeşim Cemile ile birlikte Cezayirliyim” diyordu.

Tartışmalı bir mahkeme sonunda hakkında giyotinle idam kararı verilen Cemile için salonda herkes gözyaşlarına boğulurken, 22 yaşlarındaki orta boylu esmer kadın kahkahalarla gülmeye başlıyor ve herkesi şaşkına çeviren kahkahalarının ardından tarihe geçecek şu sözleri söylüyordu: “Bizi öldürmekle Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasını engelleyemeyeceksiniz.”

Bouhired cezaevinde tutuklu kaldığı 5 yıllık süre içerisinde birçok yandaşının giyotinle infaz edilişine tanıklık etti. Fransız mahkemesinin aldığı idam kararına karşı Bouhired’in avukatı Jacques Vergès dünya çapında büyük bir medya kampanyası başlattı ve bu kampanya sonucu Bouhired ve arkadaşlarının infaz kararını durdurmayı başardı. Bouhired, 1962 yılında serbest bırakıldığında Cezayir’de bir kahraman gibi karşılandı ve Afrika direnişinin simgesi haline geldi. Bu olaydan sonra Bouhired ile Vergès evlendiler ve Afrika devrimi üzerinde birlikte çalışmaya başladılar. Bağımsızlığın ardından kadınlar için çalışmalar yürüten Cemile, ülkesindeki iktidarların uygulamalarını ütopyasından uzak bulduğu için bir süre sonra siyasetten çekildi.

Türkiye’deki kadınların siyasi hakları için direnen Nezihe Muhittin’in hayatı  bir belgesel film olarak ancak 2018 yılında çekilirken, özgürlük mücadelesinin Afrika’daki simgesi olan Cemile Bouhired’ın hayatı 1958 yılında Mısırlı yönetmen Youssef Chahine  tarafından “Cezayirli Cemile” adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Filistin’in bağımsızlık mücadelesine destek veren Cemile en son olarak 8 Mart 2014’te Dünya Kadınlar Günü’nde dünyanın bir çok ülkesinden 80 kadınla birlikte Gazze ablukasına karşı başlatılan yürüyüşü organize etmişti.

Cemile hapiste iken bütün dünya ile birlikte Türkiye’den de tepki yağar Fransa’ya. Ünlü şairimiz Ahmed Arif de Cezayirli Cemile Buhayrad’ a bir mektup gönderir. Şeyhmus Diken’in “Ahmed Arif - Abisi Olmak Halkının” adlı kitabında okuduğum ve bu yazıya esin kaynağı olan mektubu ise şöyledir:  

 “Bir adını biliyorum, bir de yaşını… Yüzünü görmedim ya, sen yaşta kız kardeşim var. Mutlak ona benzersin. Başkaca düşünemem. Sen Cezayir’den bir can’sın, ben Türkiye’den. Ayrı suların, ayrı toprakların çocuklarıyız ama kardeşiz.
Ben, bu kahrolası yazıya oturunca, senin idamın için hazırlıklar yapılıyordur. Karşında Lejyon’dan bir manga… Dünyamızı, hayatı, bir solucan kadar olsun anlamaktan, sevmekten korkanların mangası. Onlar, hep öyledirler. Silahı, insan avını zulmü severler. Kim bunlar? Kimlerin soyundan inip gelirler? Aklım duracak… Belli ki ömürlerinde bir sefer olsun, bir çocuk, bir çiçek, bir türkü sevmemişler. Namusla, yürekle, alın akıyla seven bir kadının koynuna girmemişler. Mertlik, can saygısı, dünya sevdası, bir lahza bile yüreklerine konuk olmamış.

Ve hiç utanmadan da İncil-i Şerif’i kitab bilirler. Oysa yaptıklarının hiçbir kitapta yeri yok! Onlar ki her iki cihanda da yüzleri kara! Senin o Meryem’den bin daha aziz, bin daha bakir canının değerini ne bilecekler…

Karşında bir manga. Ölüm mangası. Parayla, yalan dolanla, o murdar korkuyla aldatılmışlar. Bundan ötürü küstah, bundan ötürü zalim… incecik, tazecik çocuk kolların arkadan bağlı. Bilirim gözlerini bağlatmazsın sen. Namlular karşısında dimdik ve espa’sız duruşunu hayalliyorum. Kavgandan bir marş, bir mısra mı son sözün? Anana, kardeşlerine selam mı yoksa?


On dokuz yaşındasın. Sakın, gençliğime doymadım, deme! Şimdiden ölümsüzsün. Niceleri var ki bin yıl yaşasa, sencileyin bir haysiyet katamaz yaşamaya. Yarının CEZAİR’inde, kurtarılmış CEZAİR’de, okullarda bebeler, önce senin adını belliyecekler. Sonra dünyayı!

İnan, seninle birlik ya da senin yerine, kurşuna dizilmeyi çok isterdim. Ölümüne nispet, yaşamak silik ve anlamsız, CEMİLE.

**********
Ülkemizde siyasal haklar için, başka bir ülkede de bağımsızlık için mücadele veren  iki kadının öyküsü böyle.

Günümüzde siyasal haklar için mücadele etmek zorunda kalmayan,  muhtar, belediye başkanı, bakan, hatta cumhurbaşkanı bile olmasının önünde hiçbir engel bulunmayan Türk kadınları yasal olarak değilse bile erkek egemen yasa koyucular ve belki de temiz yapılmayan siyaset nedeniyle siyasal hayattan uzaklaştılar. Ellerindeki hazır bulunan bu imkanlar için hangi yollardan geçilip ne mücadeleler verildiğinin bilinmesi belki kadınlarımızı siyasete atılma yolunda biraz daha cesaretlendirir.

Yaklaşan yerel seçimlerde her kesimden kadın muhtar adaylarının artışı ile birlikte, yerel yönetimlerde belediye başkanı, mecliste vekil olarak kadın sayısının artması siyasetin daha temiz yapılmasının çarelerinden biri olabilir.

Bu iki kadının öyküleri vesilesi ile bütün kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutlarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CİĞERİMİZ YANIYOR

 Mesela evlatlarını kaybedenler "Ciğerim yanıyor" der. Hiç düşündün mü neden "ciğerim" derler?" Bedenin bir hafızas...