26 Kasım 2019 Salı

AYDIN'DA YAŞAMAK

Milli mücadelenin bizzat içinde olan halkı gibi,  İstiklal, Cumhuriyet, Zafer, Kurtuluş  gibi milli mücadeleye atıfta bulunan isimleri olan  mahallelere sahip olmaktır.

Aynı zamanda,  Dalama, eski adlarıyla Aşağı Domalan   ve Yukarı Domalan, Damarası gibi kelime oyunlarına elverişli mahallelerine de sahip olmaktır. 

Grinin olmasa bile yeşilin her tonunu görebileceğiniz envai çeşit otun olduğu haftanın hemen hemen her günü kurulan pazar yerlerinden alışveriş yapabilmektir.

Günde dört mevsimi yaşamaktır. Öyle ki  sabahın kuru ayazında kabanla evden çıkar, öğleden sonra kendinizi piknik programı yaparken bulabilirsiniz. Dönüşte  ıslanmadan eve dönebileceğinizin de garantisi yoktur.

Cadde kenarlarında bolca bulunan turunç ağaçlarındaki turunçları, şehre ilk gelenlerin  portakal sanarak toplayıp yerken, ekşimiş yüzlerine bakıp  gülmektir.

Evliya Çelebinin tanımıyla  dağlarından bal (incir),  ovalarından yağ (zeytin) akarken,  son zamanlarda  ovalarında jeotermal dumanı tütmesiyle birlikte dağlarından da artık eski kalitesinde bal akamamasını çaresizce seyretmektir.

Sabah odanızın penceresini açıp kuş sesleriyle, mis gibi havasıyla uyanmaktır,  demek isterdim ama ne yazık ki güne jeotermal santrallerden gelen çürük yumurta kokusunu duyarak başlamaktır.

Tarımsal, sanayi ve teknolojik  ihracatını bilmem ama bütün Türkiye’ye  Karacasulu, Yenipazarlı ve Bozdoğanlı pide ustaları ihraç etmektir.

Neredeyse her gün bir köşe başında lokma hayrı yapıldığından, açlığını gidermek için başka bir şeye ihtiyaç duymamaktır.

Sağcısının ayrı, solcusunun  ayrı sahiplendiği Adnan Menderes’e yaşarken sahip çıkmamak, idamına sessiz kalmak, ölümünden sonra  sevgi gösterisi olarak markete, bakkala, kasaba resmini asmaktır.

Yıllarca sağ partilerin kalesi iken nasıl sol parti kalesi olunduğunu anlayamamaktır.

Son yıllarda yeni yerleşim yerleri ve  mahalleler oluşmasına  rağmen şehrin “Mecburiyet Bulvarı” Adnan Menderes Bulvarında adım başı açılan  çiğ köfteci, tavuk dönerci kokusuyla çakma parfümcü kokusunun birbirine karışmasına şahit olmaktır.

Ege şivesi ile konuşan  biriyle asla kavga edememektir. Hadi ettiniz diyelim.  Ege şivesiyle yapılan küfürleri duyunca dayanamayıp  gülmek, ardından   ”Ne gülüyon len” diye suratınız ortasına yumruğu yemektir.

Okulların kapanması ile birlikte yazlıklara ve deniz kenarına akın eden halkı nedeniyle hafta sonu dışarı çıktığınızda izine çıkmış asker ve polislerle kendini kışlada dolaşıyor sanmaktır.

Bir yandan İzmir’in, diğer yandan Denizli’nin sıkıştırmasıyla, yıldız futbolcular arasında  kendini göstermesi imkansız  yerli futbolcu gibi, ne yaparsa yapsın, kendini ne kadar geliştirirse geliştirsin yine de bir İzmir, bir Denizli olamamanın,  acısını çekmektir.

Nisan başından Kasım sonuna kadar yaz mevsimi yaşamaktır.

Doğuda kar tatili yapılırken, Yazın 45 derecenin üzerine çıkan  yüksek sıcaklar nedeniyle “Sıcak tatili”  yapmaktır.

“Bıyıksız Efe olu mu len !” diyerek Yörük Ali Efe heykeline sonradan bıyık taktıran halkının, seçtiği kadın belediye başkanına “Topuklu Efe” demesine anlam verememektir. 

En yakın havaalanının 1 saat uzaklıkta olmasına rağmen,  hayatında hiç uçağa binmemiş, uçakla işi olmayan  vatandaşların bile  “Aydın’ a havaaalanı da havaalanı” diye tutturduğuna şahit olmaktır.

Nasıl olduysa hala kendilerine “Plaka 09 buçuk Nazilli” dememelerine şaşırmak, İl merkezine yalnızca 45 km mesafede yaşayan Nazillililerin her fırsatta İl olmaya çalışma sevdalarını takdir etmektir.  

Herhangi bir köyünde,  yerel şiveyi geçtim köylülerin hızlı konuşmasını bile zor anlamaktır.

Televizyondaki Ege dizilerinde oyuncuların ege şivesini yapamayışlarına gülmektir.

Şehir merkezindeki trafik karmaşasına üzülmek, zaten rezalet durumdaki şehir içi yollardaki “hız tümseği” adı verilen, ancak tümsek tanımını  aşan  “küçük tepecikleri”  yaratan belediye başkanını oto sanayi esnafının ne kadar sevdiğini görmektir.

“Ne ara şehir olduk biz” derken, evlenmek için yaşı büyütülmüş genç kızlar gibi  bir anda büyütülerek “Büyükşehir” olunmasına şaşırmaktır.

Trafiği rahatlatmak için yapılan battı çıktının tren yoluna paralel olmasına ve trafiği daha da karıştırmasına boşuna kafa yormamaktır.

Trafik kurallarına sürücüsüyle, yayasıyla uymamak, şehir içinde trafik ışıklarına riayet etmemektir. Yayalar için konulan trafik ışıklarının boşuna konduğunu düşünmektir.  

Aldığı aşırı göç nedeniyle sokağa çıktığınızda her milletten, her memleketten, her kökenden  insanı görebilmektir.

Buraya tayini çıkan memura, “Aydın’ı nasıl buldun” diye sorunca “Böyle şehirde yaşanır mı? Hiç sosyal faaliyet yok, gezilecek yeri yok aman desem!” diye sitemkar cevaplar duyup,  aynı kişilerin emekli olunca ev alarak Aydın’a yerleştiğini gördükten sonra  yine kendisinden Aydın hakkında yaptığı övgüleri dinlemektir.

İstanbul’da Gezi Parkında kesilen ağaçlar için ayaklanan  vatandaşlarının,  fastfoodçu açmak için  şehrin yemyeşil güzelim meydanındaki ağaçların kesilmesine sessiz kalmasına şaşırmak, şehrin içinde nefes alınan yeşillikler içinde, her çeşit ağacın bulunduğu sulu parkın beton parka dönüşmesini çaresizce izlemektir.

İşlerini büyütüp yatırım yapmayan, ama parayı bulunca yazlık alan, arabayı sıfırlayan, ikinci, üçüncü, dördüncü, onuncu evini alan, Aydın’da kazandığı parayı İzmir’de İstanbul’da harcayan  iş adamlarının, kahvede oturan genç işsizler için “Boş boş oturup okey oynuyorlar, çalışsalar ya!” deyişini derin bir offf çekerek dinlemektir.

Hal böyle iken diğer yandan, işsizlikten yakınan ama iş beğenmeyen genç ve dinamik kalabalığın çocuklarının geleceği için endişe duymaktır.

Modern kafelerinde macchiatonuzu yudumladıktan sonra,  girdiğiniz ara sokakta bardakta kar helvası alabileceğiniz, çay ocaklarında ise  koruk suyunu tadabileceğiniz mekanları bir arada  bulabilmektir.

Aynı çay ocağının önünden geçerken klasikleşmiş  “Bene bi çay yap” cümlesini mutlaka duymaktır.

Her şeye rağmen tarihi, turizmi, iklimi, doğal güzellikleri ve adı gibi aydın insanların çoğunlukta olduğu bir şehirde yaşadığınız için başkalarınca içten içe kıskanılmaktır. 

Yaşarken “Şurdan bir kurtulsam” demek,  ayrı kalınca deli gibi özlemektir.

Tarihçi Heredot’un Aydın için tanımladığı gibi,  “En güzel gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzünde” yaşamaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CİĞERİMİZ YANIYOR

 Mesela evlatlarını kaybedenler "Ciğerim yanıyor" der. Hiç düşündün mü neden "ciğerim" derler?" Bedenin bir hafızas...