Felsefe tarihinin en ilginç filozoflarından olan ve “Felsefe” (Philosophia) kelimesini ilk kez kullanan Samos’lu Pisagor (Kendileri Pisagor bağıntısını başımıza dert eden muhteremdir) milattan önce 570 yılında doğduğu adada Pisagor’un yarım dairesi adlı bir okul kurar ancak adalıların eğitime pek meraklı olmadığını fark edince, yurdunu terk edip Güney İtalya’da Kroton’a yerleşir.
Yerleşir yerleşmez de saygın görünüşü ve sakin konuşma uslubuyla şehrin yönetiminden sorumlu yaşlılar meclisini hemen etkisi altına alır. Onların ricasıyla önce gençlere, sonra da okul çağındaki çocuklara ve belki de en önemlisi kadınlara yönelik konuşmalar yapar. Halk onun kendilerine nasıl adil ve ahlaki yaşayacaklarını öğretmek üzere gönderildiğine inanır. Hatta dahası en iyi yönetim şeklini, halkın bir arada uyum içinde yaşaması için gerekenleri, kanunları, terbiyeyi, ölülere saygıyı, nefse hakimiyeti, kısacası bilgelik dostu insanın kafasını kurcalayan her şeyi Pisagor’un kendilerine açıklayacağına inanırlar ve öyle de olur.
Kroton’ daki ilk işi kendi adıyla bir okul kurmak ve kendine özgü bir eğitim tarzı belirlemek olur. Çünkü zihninde şekillendirdiği siyasi ve dini kalkınma hareketini ancak kendi öğretileriyle yetişmiş seçkin bir öğrenci topluluğuyla başarabileceğine inanır. Ona göre bir insanı eğitmenin en iyi yolu öncelikle onu iyi yönetilen bir kentin yurttaşı haline getirmekti.
Pisagor’dan yaklaşık ikibin yıl sonra bugün bizler de yaşadığımız kentin yöneticilerini seçmek üzere sandıklara koştuk. Yazıya başladığımda daha ak koyun kara koyun henüz belli olmamıştı. 1 Nisan sabahı kimi sevinecek kimi de üzülecek. Oy kullananlardan da sevinenler olduğu gibi üzülenler de olacak elbette. Hepsinden önemlisi iyi yönetilen bir şehrin vatandaşı olabilecek miyiz? Bizleri yönetme şerefine kimler nail olacak. Merakla bekliyoruz bakalım.
Yine pazarlarda halkla iç içe görebilecek miyiz kazananı. Makamlarına destursuz girebilecek miyiz. “Telefonum halkım için yirmi dört saat açık” diyenleri aradığımız da “Bu hat kullanılmamaktadır” sinyalini mi duyacağız? yoksa “Başkanım şu anda toplantıda biz size döneriz“ diyen ve bize hiç dönmeyeceğini bildiğimiz sekreterin sesini mi duyacağız? Kazara yolda tesadüfen gördüğümüz başkanımıza bir selam vermek istediğimizde “Açıl açıl açıl” diyen korumaları tarafından itilip kakılacak mıyız?
Oy kullanmaya giderken bunları düşündüm. Yaşlı teyzeleri amcaları gördüm. Ayda, haftada bir evden çıkan. Elinde bastonuyla iki büklüm halde oyunu kullanmaya gidenler vardı. Onların oylarını hak etmek çok önemli. Oturacağınız makamlarda öncelikle bunları düşününüz.
Bakın sevgili siyasetçiler, başkan adayları.. Sizleri alımlı, çalımlı makamlar, rahat koltuklar, lüks makam arabaları, etrafınızda ellerini önüne bağlamış danışmanlar, yardımcılar, sekreterler bekliyor olabilir. Belki farkında değilsiniz ama bu koltuk rahat olduğu kadar çok da tehlikeli bir koltuk. İyi işlerinizde alacağınız hayır duaları kadar, yanlış bir kararınızda bütün bir şehrin günahını taşımak var. “Nerden seçtik bunu, oyumuz haram olsun!” seslerini duymak var. Bunlar kolay işler değil.
Haram yemeyi sevmeyen başkan adaylarımız.. Nasıl helallik ve haramlık sadece para pul hakkı geçmesiyle olmuyorsa vatandaşın da oyu sizlere helal de olabilir haram da. Oylarımızın hakkını vermek, helal ya da haram olmasını sağlamak sizin elinizde. Kendinden olana hizmet götürmek, yardımda bulunmak, adaletli davranmak değildir. Asıl adaletli başkan kendinden olmayana da hizmet götüren, onu da kucaklayan, derdini sorununun dinleyen başkandır. Size oy vermeyeni de başka türlü kazanmanızın imkanı yok.
Felsefe ile başladık felsefe ile bitirelim. Platon'un Cumhuriyet (Republic) isimli kitabında Sokrates, Ademantus isimli bir diğer karakter ile demokrasi hakkında sohbet eder. Sokrates Ademantus'a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. Bunu yapmak için Sokrates, toplumu bir gemiye benzetir. Sokrates şöyle sorar:
"Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?"
Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:
"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?"
Sokrates'in bahsetmeye çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir "yetenek" olduğudur. Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy kullanma hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır.
Sokrates oy verme yetkisinin, sadece ve sadece verecekleri oy hakkında mantıklı, derin analizler ve sentezler yaparak karar verebilecek insanlara verilmesi gerektiğini düşünmektedir. Yani oy verebilmek için, bu konuda eğitim alınmasının ve eğitimin de ötesinde bireylerin verecekleri oy konusunda derin düşüncelere sahip olduğunun garanti edilmesinin şart olduğunu söylemektedir.
Günümüzde ikibin yıl öncesinde olduğu kadar değerli fikirleri olan filozoflarımız yok! Sokrates’in sözlerini bugünün kafasıyla düşündüğümüzde asıl demek istediğinin oy verenlerin oylarını doğru insanlara verdiğinden emin olmaları gerektiğidir. Bugün kötü yönetilen şehirlerde, orantısız betonlaşma, sosyal hizmetlerdeki eksiklikler, her kesimden siyasi görüş sahiplerinin kendi yandaşlarına yaptığı yardımlar, hizmetler, adam kayırma, kendine yakın adamlara verilen ihaleler gibi olaylara sebep olan yöneticiler, oy verme yetisine sahip olmayan yığınların bilinçsizce iş başına getirdiği yöneticilerdir. Şüphesiz çoğunluğun seçtiğine uymak demokrasinin ön şartı. Ancak çoğunluğun seçtiği yönetici her zaman doğru kişi mi? Oy veren vatandaşlar olarak da yerel yöneticileri seçeceğimiz bu seçimde vereceğimiz oyu ölçüp tartıp ona göre vermeliyiz.
Velhasıl iki aylık krallığımız bugün itibari ile bitiyor. Oylarımızla birilerinin yarın sabah sevinmesine ya da üzülmesine sebep olacağız. Güzel günler, çadır eğlenceleri, çaylar, kahveler, davullar, zurnalar geride kaldı. Yarından itibaren hangi sözler tutulacak, hangi vaatler gerçekleştirilecek kim seçilirse seçilsin takipçisi olmalıyız.
İnşallah 1 Nisan sabahı iyi yönetilen bir kentin yurttaşı oluruz.
Son söz; tutulmayacağını bildiğim halde küçük bir ricam var. Yaşadığım şehirde kim başkan olursa olsun, seçim sonuçları açıklanmaya başladığı ve kazandığı belli olduğunda havai fişek gösterisini abartmazsa çok mutlu olacağım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
CİĞERİMİZ YANIYOR
Mesela evlatlarını kaybedenler "Ciğerim yanıyor" der. Hiç düşündün mü neden "ciğerim" derler?" Bedenin bir hafızas...
-
Samet Ağaoğlu’nun saygı ve hayranlığını, anılarında “Rönesans gibi kadın” diyerek bahsettiği, şair Cemal Süreya’nın “Cumhuriyet gibi kad...
-
Araçlar, kornalarıyla, insanların birbirleri ile anlaştıklarından daha iyi anlaşıyorlar ve bir ifade tarzı olarak araç kornası kullanıyor yu...
-
Sait Faik' in "Alemdağ'da Var Bir Yılan" adlı kitabında "Çarşıya İnemem" adlı bir öyküsü var. Öyküde kendi ağzı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder