Ertesi gün Şenay temizliğe başladı. Ben ise garip bir yorgunluk, boğaz ağrısı falan derken burnum akmaya başladı. İstanbul'a giderken Şenay'da başlayan grip dönüşte bana geçti. Ertesi gün tüm günü yatarak geçirdim. Sonraki bir kaç günde hiç keyfim yoktu. Salı günü Kuşadası'na belediye başkanı ve kaymakamı ziyarete gidileceğini söyledi Şenay. Minibüsle gitmesin diye zor da olsa ayaklandım. Kuşadasına gittik 27 Ağustos Salı günü. Çok oyalanmadan öğleden sonra döndük. Çarşamba sabahı hop karşımızda Boyacı Kemal. Mutfak ve koridor boyanacakmış. Şenay söyledi aslında tam olarak sürpriz değildi ama bu kadar geniş çaplı olacağını sanmamıştım. Ev harman yeri tabi ki. Dandini ortalık. Benim keyfim kaçtı. İzinli olduğumuz bu haftaya dair başa planlarım vardı. Hava sıcak. Evden çıkmadan kitap okumak ve film izlemekti düşüncem. Şenay "senlik bir şey yok" desin istediği kadar. Ucu bana dokunmadan olur mu? Neyse. Oldu bir kere. Bu izinin de böylece ırzına geçilmiş oldu.
29 Ağustos 2019 Perşembe
İzinde ne umdum ne buldum
İstanbul'dan Aydın'a yola çıktığımızdan beri "Allah kavuştursun" telefonları bitmek bilmedi. Dostlarımız sağolsun arayıp sordular. eve geldikten sonra da telefonlar devam etti.
28 Ağustos 2019 Çarşamba
23 Ağustos "Serra'dan ayrıldık"
İstanbul'da, çok sevdiğim bu şehirde olmaktan ilk kez bu kadar mutsuz oluyordum. Çünkü çok sıcak ve bulutlu bir İstanbul sabahında, kızımı havaalanından önümüzdeki 10 ay boyunca eğitim göreceği Rusya'ya uğurladık. Pasaport kontrol sırası, bagaj kuyruğu, fotoğraf çekilmeler falan derken ne olduğunu anlamadan öpüştük, sarıldık, koklaştık ve bir anda son kez kızıl saçlarıyla el sallayarak veda edişini gördüğümde boğazımdaki yumru iyice büyümüş ve göz yaşlarımı zor tutmuştum. Ama olsun o neşeliydi. Arkadaşlarıyla beraber mutluydu. O'nu güzel bir gelecek, güzel geçireceği günler bekliyordu.
Geçen yıl Ekim ayından bu yana uğraş verdiğimiz, sınavı, sözlüsü, evrak hazırlaması, sağlık raporu, noteri, tercümanı , kampı derken bir sürecin sonuna gelmiş Türk Kültür Vakfı AFS değişim Programı çerçevesinde kızımızı Rusya'nın Nizhny Novgorod kentine uçurmuştuk. Tercihlerine Rusya yazmasını ben istemiştim. İnşallah hayırlı olur. Daha geçen hafta yalnız markete göndermeye kıyamadığım, akşam hava karardıktan sonra dışarıda olmasına kızdığım, eve dediği saatten biraz geç gelse kızdığım güzel kuzum şimdi uçakla bile ikibuçuk saat süren bir yolculukla yaklaşık üçbin kilometrelik bir yere gönderiyorduk. Değişik duygular içindeydik. Çok düşünsem o anda orada vazgeçebilirdim. Para pul gözümde değildi. Ama ben kuzuma güveniyorum. Her ne kadar daha uçmayı bilmese de yuvadan bir havalansın en yükseklerde süzülürdü o.
Havaalanından ayrılmadan daha hemen kapıda, rüya bitti gerçek başladı. Şenay'ın dün yaptığı organizasyonla, kanadı kırık bir martıyı Aydın' a giderken İzmir Kemalpaşa'daki çiftliğe götürmek için bize teslim etmek üzere getiren iki gençle buluştuk. Millet yol parasını düşürmek için dönüşte internet uygulamalarından yolcu bulur, biz martı buluyoruz. Olsun en azından kokmaz, ötmez. Sessiz sedasız gideriz diye düşündüm. Hakikaten de öyle oldu. Şenay, ben ve martı vakit geçirmeden yola koyulduk. Şenay biraz sonra "buradan Adapazarı ne kadar sürer?" deyince yeni rotamız belli oldu. Adapazarında Aydın'dan emekli olduktan sonra oraya yerleşen Sevgi abla ve Oktay abiler vardı be ne zamandır bizi davet ediyorlardı. "Bir saatten fazla sürer" dedim. "Uğrayalım mı?" dedi. "Olur" dedim. hem kafa dağılır biraz. Tabi rota yeniden hesaplandı. Vardık Adapazarı Korucuk'a. Dostlarımız bizi güzel karşıladı. Sohbet muhabbet, hal, hatır derken ben "hadi yolcu yolunda gerek" diye hareketlenmeye başladım. Oktay abi "bugün sizi hayatta bırakmam, akşam daha rakı içicez" dedi. Rakı falan gözümde yok. Bir an önce evime gitmek istiyorum. Neyse öğleden sonra sitenin cafesinde bir şeyler içtikten sonra bende başlayan baş ağrısı ve yorgunluk kalma fikrine sıcak bakmama yol açtı. "Tamam" dedim "kalalım" BU arada kızımızın sağ salim Moskova'ya indiğini AFA yetkililerinin onu karşıladığını öğrendik. İçimiz rahatladı. Bir de telefonda sesini duyunca endişemiz azaldı. Cafe dönüşü evde biraz uzandıktan sonra akşam yemeği faslı, rakılar içildi mezeler yendi, uyku bastı. Yattık, kalktık, kahvaltı derken onbirbuçuk gibi yola çıktık.
Aydın'a dönüşte birbirimizle çok konuşmasak da aklımızda Serra vardı. Dünden beri telefonda konuşamamış, attığımız mesajların görüldüsünü alamamıştık. Kampta telefonun yasak olduğu yada telefon çekmeyen bir yerde olduklarına yorduk bu durumu. Zaten gidiş kampında ilk bir kaç gün haber alamazsanız endişelenmeyin demişlerdi. Akşam saatleri başladığında martımızı teslim ederek saat dokuz gibi de evimize ulaştık. evde bizi karşılayan Cafer ve Kırpık arayan soran gözlerle kapıda bir üçüncü kişiyi arıyorlardı. "Aramasın gözleriniz O şimdi Rusya'da" Serra yoktu artık. Kapıdan girer girmez "Çekil! çekil önümden Kırpık! tuvaletim var, çok sıkıştım" diyen bir Serra yoktu. Gerçekten kızımın yokluğu eve gelince daha çok belli olmuştu. Kısa süreli dışarıda kalmaları olmuştu ama bakalım bu kadar uzun süre ayrı kalmaya alışabilecekmiydik?
Geçen yıl Ekim ayından bu yana uğraş verdiğimiz, sınavı, sözlüsü, evrak hazırlaması, sağlık raporu, noteri, tercümanı , kampı derken bir sürecin sonuna gelmiş Türk Kültür Vakfı AFS değişim Programı çerçevesinde kızımızı Rusya'nın Nizhny Novgorod kentine uçurmuştuk. Tercihlerine Rusya yazmasını ben istemiştim. İnşallah hayırlı olur. Daha geçen hafta yalnız markete göndermeye kıyamadığım, akşam hava karardıktan sonra dışarıda olmasına kızdığım, eve dediği saatten biraz geç gelse kızdığım güzel kuzum şimdi uçakla bile ikibuçuk saat süren bir yolculukla yaklaşık üçbin kilometrelik bir yere gönderiyorduk. Değişik duygular içindeydik. Çok düşünsem o anda orada vazgeçebilirdim. Para pul gözümde değildi. Ama ben kuzuma güveniyorum. Her ne kadar daha uçmayı bilmese de yuvadan bir havalansın en yükseklerde süzülürdü o.
Havaalanından ayrılmadan daha hemen kapıda, rüya bitti gerçek başladı. Şenay'ın dün yaptığı organizasyonla, kanadı kırık bir martıyı Aydın' a giderken İzmir Kemalpaşa'daki çiftliğe götürmek için bize teslim etmek üzere getiren iki gençle buluştuk. Millet yol parasını düşürmek için dönüşte internet uygulamalarından yolcu bulur, biz martı buluyoruz. Olsun en azından kokmaz, ötmez. Sessiz sedasız gideriz diye düşündüm. Hakikaten de öyle oldu. Şenay, ben ve martı vakit geçirmeden yola koyulduk. Şenay biraz sonra "buradan Adapazarı ne kadar sürer?" deyince yeni rotamız belli oldu. Adapazarında Aydın'dan emekli olduktan sonra oraya yerleşen Sevgi abla ve Oktay abiler vardı be ne zamandır bizi davet ediyorlardı. "Bir saatten fazla sürer" dedim. "Uğrayalım mı?" dedi. "Olur" dedim. hem kafa dağılır biraz. Tabi rota yeniden hesaplandı. Vardık Adapazarı Korucuk'a. Dostlarımız bizi güzel karşıladı. Sohbet muhabbet, hal, hatır derken ben "hadi yolcu yolunda gerek" diye hareketlenmeye başladım. Oktay abi "bugün sizi hayatta bırakmam, akşam daha rakı içicez" dedi. Rakı falan gözümde yok. Bir an önce evime gitmek istiyorum. Neyse öğleden sonra sitenin cafesinde bir şeyler içtikten sonra bende başlayan baş ağrısı ve yorgunluk kalma fikrine sıcak bakmama yol açtı. "Tamam" dedim "kalalım" BU arada kızımızın sağ salim Moskova'ya indiğini AFA yetkililerinin onu karşıladığını öğrendik. İçimiz rahatladı. Bir de telefonda sesini duyunca endişemiz azaldı. Cafe dönüşü evde biraz uzandıktan sonra akşam yemeği faslı, rakılar içildi mezeler yendi, uyku bastı. Yattık, kalktık, kahvaltı derken onbirbuçuk gibi yola çıktık.
Aydın'a dönüşte birbirimizle çok konuşmasak da aklımızda Serra vardı. Dünden beri telefonda konuşamamış, attığımız mesajların görüldüsünü alamamıştık. Kampta telefonun yasak olduğu yada telefon çekmeyen bir yerde olduklarına yorduk bu durumu. Zaten gidiş kampında ilk bir kaç gün haber alamazsanız endişelenmeyin demişlerdi. Akşam saatleri başladığında martımızı teslim ederek saat dokuz gibi de evimize ulaştık. evde bizi karşılayan Cafer ve Kırpık arayan soran gözlerle kapıda bir üçüncü kişiyi arıyorlardı. "Aramasın gözleriniz O şimdi Rusya'da" Serra yoktu artık. Kapıdan girer girmez "Çekil! çekil önümden Kırpık! tuvaletim var, çok sıkıştım" diyen bir Serra yoktu. Gerçekten kızımın yokluğu eve gelince daha çok belli olmuştu. Kısa süreli dışarıda kalmaları olmuştu ama bakalım bu kadar uzun süre ayrı kalmaya alışabilecekmiydik?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
CİĞERİMİZ YANIYOR
Mesela evlatlarını kaybedenler "Ciğerim yanıyor" der. Hiç düşündün mü neden "ciğerim" derler?" Bedenin bir hafızas...
-
Samet Ağaoğlu’nun saygı ve hayranlığını, anılarında “Rönesans gibi kadın” diyerek bahsettiği, şair Cemal Süreya’nın “Cumhuriyet gibi kad...
-
Araçlar, kornalarıyla, insanların birbirleri ile anlaştıklarından daha iyi anlaşıyorlar ve bir ifade tarzı olarak araç kornası kullanıyor yu...
-
Sait Faik' in "Alemdağ'da Var Bir Yılan" adlı kitabında "Çarşıya İnemem" adlı bir öyküsü var. Öyküde kendi ağzı...