5 Aralık 2020 Cumartesi

Nefesi Nefesime Değsin ve Adı "Aşk" Olsun

Daha yeni yatmıştım ki usulca yanıma sokuldu. Gözlerini kırpmadan gözlerimin içine baktı. Bakışları, yatağa neden geç geldiğimi sorar gibiydi. Ama her zaman onun istediği saatte yatamazdım ya. 

Yatakta yüzümün ona dönük olmasını isterdi hep ve kolumu başının altına doğru uzatmamı. Kafasını koluma koyup bir kolunu üzerime atmaya bayılırdı. Bazen de ayağını. Çoğu zaman da her ikisini. Benim başka bir şeyle ilgilenmemi istemezdi. Elimde ne bir kitap olsundu ne de telefon. Sadece gözlerim onun gözlerinde olsun isterdi. Ama bu her zaman olabilecek bir durum değildi. Bazı anlarda sıkılıp elime telefonu ya da kitabımı aldığımda çok kızar, kızgınlığını göstermek için sesini hiç çıkarmadan  kafasıyla kitaba küçük küçük vuruşlar yaparak kendisiyle ilgilenmemi isterdi. Alışmıştım onun bu sessiz tepkilerine. Klasik dişi davranışları işte. Aslında istediği ve ihtiyacı olan şey küçük dokunuşlarımdı. Başına, vücuduna, sırtına yaptığım dokunuşlar onu çok mutlu ederdi. Böyle anlarda mutluluğunu kollarını iki yana açarak ve derinden derinden inleyerek gösterirdi. Benim dokunuşlarıma o da küçük küçük karşılıklar verirdi. Elini, parmakları açık bir şekilde dudaklarıma doğru götürmeyi severdi. Küçücük parmaklarının ucuyla dudağıma dokunur sonra çekerdi. Sırf onun rahatı bozulmasın diye yattığım yerden kıpırdamazdım bile, kasılır kalırdım bir süre sonra. Serin yaz gecelerinde ya da soğuk kış gecelerinde üzerimdeki pikenin ya da battaniyenin bir kısmı vücudumu açıkta bıraksa ve üşüsem de yine kıpırdamaz, onun rahatını hiç bozmazdım. Zaman geçtikçe nefeslerimiz birbirine karışır, bir süre sonra da birlikte ahenkle nefes alıp vermeye devam ederek uykuya dalardık. Devamlı aynı pozisyonda yatmaya dayanamaz, diğer yanıma dönmek istediğimde, sırtımı ona döner dönmez bir hamlede üzerimden atlayarak yine benimle yüz yüze diğer kolumun üzerine başını koyarak uyumaya devam ederdi. 

Böyle anlarda onun sıcaklığını duymak, nefes alıp verişlerinde vücudunun alçalıp yükselişlerini hissetmek beni çok mutlu ederdi. Yüz yüze yatmaktan bu kez o sıkılır, bu kez de sırtını bana dönerek yatardı. Sırtını tam göğsümün çukuruna dayar,  kolumun üzerine başını koymaktan vazgeçmezdi. 
Bazı anlar şikayetçi olsam da bu yatış şekli benim de çok hoşuma giderdi. O anlar hiç bitsin istemezdim. Ben de bazen bacağımı onun üzerine atardım, hiç rahatsız olmazdı. Hatta küçük inlemelerle cevap verirdi hoşuna gittiğini bildiren. 

Galiba ben ona aşıktım.

Sabah kalktığımda yanımda olmazdı tabi. Benden önce kalkardı. Bazı sabahlarda, hatta çoğu sabah kendisi uyandıktan hemen sonra beni uyandırmaya çalışır, bunu da burnunu benim burnuma değdirerek yapmayı severdi. 

Benden önce kalktığında ise hemen balkona koşar, yeni doğan günü gerinerek karşılar, atıştırdığı bir kaç aperitiften sonra sabah uykusunun keyfini yine benimle çıkarırdı. 
Ben uyumaya devam edersem bu kez üzerime çıkar bütün ağırlığını vücudumda hissetmemi sağlardı. Yine de kalkmazsam bu kez yataktan fırlar yatak odası kapısının önünde uzun uzun miyavlamaya başlardı.

Evet, bir kediden bahsediyorum. Hayatımda yaklaşık yedi ya da sekiz yıldır kediler var. İlk yattığımda uykuya dalmaya zorlanan biri olarak en rahat uykularım bir kediye sarılarak yattığım gecelerdeki uykularım oldu. Böyle bir huzur tarif edilemez. Her kediyle de böyle huzurlu uyunmaz tabi ki. Ama benim kedim ve onun insanı olan ben, birbirimizle müthiş huzurluyuz. 

Kedilerinizin nefesi yüzünüzden, Gözleri gözlerinizden, patileri üzerinizden eksik olmasın.
Kendinize ve varsa kedinize iyi bakın.
Kediyle kalın.

1 Aralık 2020 Salı

Çarşıya İnemem

Sait Faik' in "Alemdağ'da Var Bir Yılan" adlı kitabında "Çarşıya İnemem" adlı bir öyküsü var. Öyküde kendi ağzından orta halli bir memur tasvir ediliyor, ayda aldığı maaş, yapacağı ödemeler, borcunu harcını anlattıktan sonra "çarşıya inemem" diyor. Sonra da ekliyor "Çarşıya inemememin sebebi parasal durumum değil" 

 Öykünün kahramanının çarşıya inememe sebebi insanlar.

"O fırıncı yok mu o? O, sabahları kırbaç gibi işçi çocuklara pis yağlı böreğini otuz beş kuruşa okutan, olur da fazla veririm korkusundan kimselere para bozmayan fırıncı."

"O, kıyma makinesinden geçen her yarım kilo ete öğürtücü, öldürücü iç yağları karıştıran, o, sandalyesinde akşama kadar oturup iç yağları, keçileri, mandaları düşünen kasap efendi." 

Bunların suratını görmemek için çarşıya inmediğini söyler öyküde kahramanımız. Sonra da: " Hayır değil, değil, şimdi çarşıya insem bakkala 'Vay Barba Niko!', kasaba 'Vay Usta Haralambo!', fırıncıya 'Ooo Abdülkadir Efendi!' diyeceğime emin olun." diye de ekler.  Öykünün sonunda da der ki: "Bu bir bitiriş şekli değil ama, çarşıya inemem o kadar." diye özetliyor durumunu.

Pandemi nedeniyle pek dışarı çıkmıyorum. Aslında hiç çıkmak istemiyorum ama zorunlu olarak çıkmam da gerekiyor. Market alışverişi, para çekmek vs. gibi nedenlerle haftada bir kez en fazla yarım saat dışarıya çıkıyorum. Bu haftaya kadar böyleydi. Yaklaşık on günden beri de hiç çıkmıyorum.

Dışarı seyrek çıkınca ve ev hayatına alışınca, dışarıdaki insanları görmek bile değişik geliyor. Hele bir de çoğu insan maskeli olunca daha da ilginç ve garip. Tüm uyarılara rağmen yine de maskesiz insan görmek tuhaf oluyor. İlk başlarda maskelileri görmeyi yadırgıyorduk, garip olan maskeli insan görmek değil maskesiz insan görmekti. Şimdi bu maskesizler yüzünden, salgının bitmesi ve normalleşmeye geçmemiz de çok zor bir olasılık. Dışarı çıkmıyorum ya inanın ki insanı özlememişim. İnsan görmüyorum rahatım, çünkü kuralsızlık görmüyorum. 

Biz rahatladıkça, önlemler sıkılaştı. Hepimiz şikayetçiyiz bu durumdan. Esnaf ekonomiden şikayetçi oluyor ama bir yandan maske-mesafe- hijyene önem vermiyor. Bizler gevşedikçe, kurallara uymadıkça bu iş daha çok üzün sürecek ve ekonomik olarak da bizleri zorlayacak gibi görünüyor. Denetimler çok sıkı değil. Hareketli caddelerimizde denetimler daha sıkı olmalı. İnsanları uyarmak medeni ülkelerde bir sorumluluk iken bizde uyaran ya suçlu çıkıyor ya da hakarete uğruyor. Bu görev vatandaşa düşmeden kolluk kuvvetlerimizce çözülmeli. 

Bir süre öncesinde bizim için sayılardan ve istatistiklerden ibaret olan turkuaz tablo artık ete, kemiğe büründü ve yakınlarımızın, akrabalarımızın, arkadaşlarımızın pozitif vakaları ve ölümleri şeklinde kendini göstermeye başladı.

Şehrimiz adı büyük ama kendisi çok büyük bir şehir değil. Çok kısa mesafelerde toplu taşımayı kullanmamaya özen göstermeliyiz. Bir süre daha sosyalleşmemekte fayda var. 

Halk olarak duyarlılık örneği gösterip şu illetten bir an önce kurtulmak için üzerimize düşeni, idarecilerden önce kendi kişisel kararlılığımızla başarmalıyız.

Sait Faik'in kahramanının çarşıya inememesinin nedeni kötü ahlaklı insanları görmek istememesindendi. Benimki de aynı sebeple. Sevmiyorum bu şehrin kuralsız insanlarını.

Yazımızı Cemil Meriç'in bir sözü ile bitirelim. "Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim."

CİĞERİMİZ YANIYOR

 Mesela evlatlarını kaybedenler "Ciğerim yanıyor" der. Hiç düşündün mü neden "ciğerim" derler?" Bedenin bir hafızas...